بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ٱلَّذِي لَهُۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلَمۡ يَتَّخِذۡ وَلَدٗا وَلَمۡ يَكُن لَّهُۥ شَرِيكٞ فِي ٱلۡمُلۡكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيۡءٖ فَقَدَّرَهُۥ تَقۡدِيرٗا ٢
(O Allah) ki göklerin ve yerin mülk (-ü tasarruf) u Onundur. Hiçbir evlâd edinmemişdir O. Mülkünde Onun bir ortağı da yokdur. O, her şey'i yaratıb ona bir nizâm vermiş, onun mukadderaatını ta'yîn etmişdir.
وَٱتَّخَذُواْ مِن دُونِهِۦٓ ءَالِهَةٗ لَّا يَخۡلُقُونَ شَيۡـٔٗا وَهُمۡ يُخۡلَقُونَ وَلَا يَمۡلِكُونَ لِأَنفُسِهِمۡ ضَرّٗا وَلَا نَفۡعٗا وَلَا يَمۡلِكُونَ مَوۡتٗا وَلَا حَيَوٰةٗ وَلَا نُشُورٗا ٣
(Kâfirler) Onu bırakıb da bir takım Tanrılar edindiler ki bunlar hiçbir şey yaratmazlar. (Bil'âkis) kendileri yaratılıb durmakdadırlar. Onlar nefisleri için bile ne bir zarar (ı gidermiye), ne de bir fâide (yi celbe) muktedir olamazlar. Öldürmiye, diriltmiye, ölenleri yeniden diriltib kabirden çıkarmıya ise hiç güçeri yetmez,
وَقَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓاْ إِنۡ هَٰذَآ إِلَّآ إِفۡكٌ ٱفۡتَرَىٰهُ وَأَعَانَهُۥ عَلَيۡهِ قَوۡمٌ ءَاخَرُونَۖ فَقَدۡ جَآءُو ظُلۡمٗا وَزُورٗا ٤
O kâfirler: «Bu (Kur'an) onun uydurduğu yalandan başka (bir şey) değildir. Bu hususda diğer bir zümre de ona yardım etmişdir.» dediler de muhakkak bir haksızlık ve tezvîr (meydana) getirdiler.
وَقَالُوٓاْ أَسَٰطِيرُ ٱلۡأَوَّلِينَ ٱكۡتَتَبَهَا فَهِيَ تُمۡلَىٰ عَلَيۡهِ بُكۡرَةٗ وَأَصِيلٗا ٥
(Şöyle) dediler: «(Bu âyetler) onun başkasına yazdırıb da kendisine sabah akşam okunmakda olan, evvelkilere aaid masallardır»!
قُلۡ أَنزَلَهُ ٱلَّذِي يَعۡلَمُ ٱلسِّرَّ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ إِنَّهُۥ كَانَ غَفُورٗا رَّحِيمٗا ٦
(Onlara) de ki: «Onu göklerde ve yerdeki ğaybı bilen (Allah) indirdi.» Şübhesiz ki O, (bilhassa mü'minleri) çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
وَقَالُواْ مَالِ هَٰذَا ٱلرَّسُولِ يَأۡكُلُ ٱلطَّعَامَ وَيَمۡشِي فِي ٱلۡأَسۡوَاقِ لَوۡلَآ أُنزِلَ إِلَيۡهِ مَلَكٞ فَيَكُونَ مَعَهُۥ نَذِيرًا ٧
(Yine) dediler: «Bu, nasıl peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor, çarşılarda yürüyor! Ona bir melek indirilib de (bu suretle) maiyyetinde (kendisini tasdıyk eden) bir inzarcı (yasakçı) bulunmalı değil miydi»?
أَوۡ يُلۡقَىٰٓ إِلَيۡهِ كَنزٌ أَوۡ تَكُونُ لَهُۥ جَنَّةٞ يَأۡكُلُ مِنۡهَاۚ وَقَالَ ٱلظَّٰلِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلٗا مَّسۡحُورًا ٨
«Yahud ona (gökden) bir hazîne atılmalı, yahud onun, (meyvelerinden) yiyeceği bir bostanı bulunmalı değil miydi»? O zaalimler (kâfirler, mü'minlere) dedi ki: «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi' olmuyorsunuz»!
ٱنظُرۡ كَيۡفَ ضَرَبُواْ لَكَ ٱلۡأَمۡثَٰلَ فَضَلُّواْ فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ سَبِيلٗا ٩
Bak, senin için ne misâller (kıyaslar) getirip sapdılar. Artık onlar (hidâyete) hiçbir yol bulamazlar.
تَبَارَكَ ٱلَّذِيٓ إِن شَآءَ جَعَلَ لَكَ خَيۡرٗا مِّن ذَٰلِكَ جَنَّٰتٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُ وَيَجۡعَل لَّكَ قُصُورَۢا ١٠
(Allahın şânı) ne yücedir ki O, dilerse sana bunlardan daha hayırlı olmak üzere (bu dünyâda dahi) altından ırmaklar akıb duran cennetler verir, senin için saraylar yapar.
بَلۡ كَذَّبُواْ بِٱلسَّاعَةِۖ وَأَعۡتَدۡنَا لِمَن كَذَّبَ بِٱلسَّاعَةِ سَعِيرًا ١١
Onlar (yalınız o sözleri söylemekle kalmadılar) bil'akis o saati de yalan saydılar. Biz o saati tekzîb edenlere öyle çılgın bir ateş hazırladık ki,
إِذَا رَأَتۡهُم مِّن مَّكَانِۭ بَعِيدٖ سَمِعُواْ لَهَا تَغَيُّظٗا وَزَفِيرٗا ١٢
O, kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman onlar bunun o müdhiş gazablanışını ve uğultusunu duyacaklardır.